top of page

Serüvenim ben daha çok küçükken babamın marangoz atölyesinde başladı. Üretmeye olan sevgim küçük tahtalardan büyük şeyler yapabileceğimi öğrendiğimde alevlendi. Marangozhanede oyalanırken bir yandan da sürekli çizim yapardım. 14 yaşımda ilk kez bilgisayarım olunca bu defa onda neler üretebilirim diye merak edip bilgisayarı kurcalamaya ve bilgisayarda bir şeyler yapmaya başladım. Aşağıdaki video da 14 yaşındayken After Effects programını öğrenmeye çalışırken yaptığım işlerden bir örnek. :) 

Kameram basit bir web kamerası olduğu için yüksek kaliteli videolar çekemiyordum. Ben de çözümü oyun videolarını kaydedip onları düzenlemede buldum. Böylelikle yüksek çözünürlüklü görselleri bilgisayar içinde kaydedebiliyordum.  Liseden mezun olana kadar hem oyun oynadım hem de bu oyun videolarını düzenledim. Aşağıdaki video da 10 sene önce 17 yaşındayken  düzenlediğim bir oyun videosu.

Üniversite dönemi geldi. Hayaller New York Film Akademisi; hayatlar Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce Almanca Tercümanlık. Hayat bazen kendi seçim yapar siz de yaşarsınız. Ama bu seçimden en iyi sonucu çıkarmak yine sizin elinizdedir. İçimdeki üretme sevgisi tabii ki 18 yaşında üniversiteye gidince de durmadı. Nerdeyse 1 yıl yemedim içmedim ve bursumla yaza kadar para biriktirip ilk kameramı aldım: Canon 500D. Sonra ne mi yaptım? Bir gün mahalledeki çoluk çocuk, eş dost herkesi topladım. Bakkal stüdyo sponsorumuz oldu ve bize deposunu verdi. Orayı temizledik ve kullanmaya başladık. Terzici yeşil perde sponsorumuz oldu. Yapacağımız efektler için ondan yeşil perde aldık. Elektrikçi ışıklandırma verdi ve böylelikle stüdyomuz tam olarak hazırlanmış oldu. Merak edenler için aşağıda bu stüdyodaki anılarımdan küçük bir kolaj bırakıyorum. 

Her şey harikaydı; ta ki çekim esnasında laptopum düşüp kırılana kadar. Yeniden yaptırmak için bir sponsor bulamadık o yüzden 3 ay laptopu tamir ettiremedim ve çekimlerimiz de böylece yarıda kaldı. New York Film Akademisi'nden sonra ikinci darbeyi burada yemiştim. Yenicuma Film Akademisi de böylelikle başlamadan bitti. Daha sonra fotoğrafçılığın üzerine gitmeye çalıştım. Okurken Erasmus'a hak kazanınca Avrupa'da fotoğraf çekme fikri kulağa çok güzel gelmişti. Ben de yine aldım yanıma gazoz kapağı 18-55 lensimi ve 500D kameramı çıktım gittim. Hafta içleri okula gittim; hafta sonları gezdim ve çekim yaptım. Sanırım ilk gerçek gezi serüvenim de böylece başladı. Bu gezilerimde çektiğim birkaç fotoğraf:

Bu serüvenden sonra da artık ekipmanlarımı geliştirme ve daha iyi işler yapma vaktiydi ama o da bir öğrenciyken hiç kolay değildi ve dolaysıyla olmadı. Bir hayal kırıklığı da bu noktada yaşamıştım. Artık ben de pes ettim. Dedim sanırım bu işler olmayacak, zorlamanın bir anlamı yok. İş bu noktaya gelince okuduğum bölüme ve alternatif işlere odaklandım. Tercümanlığı bitirip açık öğretimden de dış ticaret diplomamı aldım. İki diplomam vardı ve artık bir iş adamı olmaya hazırdım. İşe girip çalışmaya başladım. O fuar senin, şu müşteri benim gezdim ama bir süre sonra kendimi yine hayallerime bir şans daha verip yeni bir kamera için para biriktirken buldum. Sanırım hayatta ne olursan ol içindekini asla kandıramıyorsun. O biznısmen halimden birkaç fotoğrafı da paylaşıyorum.

Sonunda ikinci kameramı aldım. İkinci kameram ve lensim: Canon 6D ve Tamron 15-30 Lens. Şimdi onlar düşünsündü. :) Görsel sanatlara kaldığım yerden devam etmeye çalıştım. Her hafta sonu gidip bir yerler keşfettim; çekim yaptım. Sabah akşam kendimi geliştirecek yeni şeyler öğrenmeye çalıştım. Aramızda kalsın işteyken bile eğitim videoları açıp izliyordum çünkü kendimi geliştiremezsem bir anlamı yoktu tüm bu heyecanın. Gittiğim yerlerde kamp yaptım, fotoğraf ve videolar çektim ve buna neredeyse 1 sene boyunca devam ettim. İşte o çekimlerimin bazıları: 

Zaman ilerlerken ben de çekimlerimi biraz geliştirdiğimi düşünüyordum. Artık risk alma vakti gelmişti. Risk neydi: İşten istifa edip bu işleri kovalamak. O rahatlık alanından çıkmak gerekiyordu. Ama bu hiç kolay değildi. Sonraki ayı düşünmek günümüz insanının en büyük sınavı olsa gerek. Benim için de durum çok farklı değildi. Birkaç kere niyetlendim ama yapamadım. Birçok yere mail attım, işlerimi sundum, ama dönüş olmadı. Şaşırdık mı? :) Tam düşüncelere dalmışken bir gün mesaj attığım yerlerden birinden cevap geldi. Cevapları çok açık değildi. Kesin bir şey de yoktu. Görüşmek istediler sadece. Ama nedense bu benim için bir işaret gibiydi ve işimden istifa ettim. Geri dönüş olduğunu bilmek istemedim. İnanın bana bir kıvılcım bazen ihtiyacımız olan tek şey. İşimden istifa ettim. Geri dönüş olduğunu bilmek istemedim. Size bir soru: Bir adaya gidin, gider gitmez oraya geldiğiniz sandalı yakın ve bir sonraki gideceğiniz yer için adada bulduğunuz malzemelerden bir gemi inşa edin deseler o sandalı yakar mısınız? Üstelik adada bu malzemelerin olup olmadığını bilmiyorken. Birçok insan sanırım yakmaz. Belki de adaya bile gitmez. Mantıklı olan da odur. Çünkü belirsizlik insanoğlunun en büyük korkularından biridir. Ben o gün orada o sandalı yaktım işte. Gittim, görüştüm. Oldu, olmadı, olacak, olabilir olsa ne olur derken bayağı da bir yıprandım. Ama sonunda adadaki o malzemeleri denkleştirdim ve gemimi inşa etmeye başladım. Bu gemi önemliydi çünkü bu gemiyle daha da ileriye açılacaktım. Böylelikle ilk işimi aldım ve çalışmaya başladım. 1 yıl boyunca devam ettim ve yine durmadım tabii ki. Hiçbir zaman tam oldum demedim. Vakit buldukça kendimi geliştirdim, yüksek lisansa kaydoldum derken geçti zaten koca bir yıl. İşte o bir yıldan birkaç görsel:

Her şey güzel gidiyordu. İşimi de seviyordum. Doyum noktasına ulaşabilirdim. Böyle devam edebilirdim. Ama üreten insan için en üzücü şeylerden biri de bu doyum noktasına ulaşmaktır ve kendini tekrarlamaktır. Daha ne yapabilirdim? Sesli düşünüyorum: Ülkemi seviyorum, üretmek ve ürettiklerimle fayda sağlamak en tatmin edici şeylerden biri, eğitimimden dolayı dil biliyorum, doğaya aşığım. Defalarca elimde olan şeyleri düşünüp ne yapabilirim diye sordum kendi kendime. Düşündüğüm şeylerin toplamını buldum: Türkiye'nin bu güzelliklerini dil bilme avantajımı kullanarak dünyaya göstermek, böylelikle topluma fayda sağlamak ve geride bir şeyler bırakmak. Çünkü bir patronu değil bir ülkeyi ve o ülkenin insanlarını zengin etmeye çalışmanın daha güzel bir amaç olduğuna inanıyordum. Sanırım ilk işimi almamdaki en etkili düşüncem de buydu. Bu amaç uğrunda da en son çıkardığım proje olan "Show Me Turkey" yani "Bana Türkiye'yi Göster" projesine başladım ve hala bu proje kapsamında Türkiye’nin dört bir yanını dolaşarak çekimler yapıyorum. Bir yandan da diğer işlerime devam ediyorum. Show Me Turkey projem ve şu sıralar yaptığım diğer işlerim de böyle:

Seneler önce bir hayalken bugün gerçekliğim haline gelen serüvenim bu şekilde ilerliyor. Kim bilir ilerde neler olur? Bunları benimle benzer durumda olanlara bir faydası olur veya daha her şeyin başındakilere ilham olur umuduyla sizlerle de paylaşmak istedim. Sizi bu uzun yazımla sıktıysam diye de eğlenmeniz için şuraya patates suratlı çocukluğumu koyuyorum. :) 

Sevgiler,

Halil

SERÜVENİM

baby.jpg
bottom of page